29 Aralık 2011 Perşembe

Alone In Kyoto

İzmir'i, İstanbul'u, Milano'su, Kyoto'su... Yer sadece bir isim. Bir olay yaşarsınız, bildiğiniz herşey size yabancılaşır. En iyi bildiğiniz yer size en uzak mekan olur. En iyi tanıdığınız insan, size en uzak kişi olur. İnsanlar tecrübe edindikçe, gerçeğe yaklaşmaz. Sadece gerçekten uzaklaştığının farkına varırlar. Ne varki, farkına varabildiğimiz tek gerçek bu olur. Ve o an , dönüp kendinize "Çok yalnızım be" dersiniz.

Bir olay yaşarsınız, en iyi bildikleriniz başka kavramları ifade etmeye başlamıştır. Bu kişinin elinde olmaz. Hiç alakası olmamış biri, doğup büyüdüğünüz şehir, tatillerinizi geçirdiğiniz bir yer olmuştur.Kendinizle bağdaştırdığınız bir hobi,hissetmek istediğiniz duygu olmuştur. Elinizde bir şey kalmamıştır artık.Onu amaç edinmiş olmak, farkına varabildiğimiz tek gerçek olmuştur.Ve o an, dönüp kendinize "Çok yalnızım be" dersiniz.

Devam edersiniz umutsuzca. Sorumluluklar altında, yeniden tanımaya çalışırsınız etrafı. İster yabancı, ister tanıdık.Yeniden keşfedercesine, artık size herşey yenidir.Eski yaşanmışlıkların altında, güçlenmeye çalışırsınız.Biraz umut edersiniz, biraz da şüphe.Dünya bu ya, çizgisi belli, sınırları belli.Aynı cehennem, aynı hatalar.Çıkılan her yolculuğun sonu, başlangıç noktasıdır.Bu da farkına varabildiğimiz tek gerçek olmuştur.Ve o an, dönüp kendinize "Çok yalnızım be" dersiniz.



Lost In Translation; en beğendiğim 5 filmden biridir. Anlattıklarımla örtüşür.Başlar,biter,bu döngü devam eder.Ama o yalnızlık her zaman vardır.Herzaman yabancısınızdır.Scarlett'ın Kyoto'ya olan yabancılığı gibi. Görürsünüz , şaşırırsınız, kıskanırsınız. Bunca farkın içinde, hayatın akışı farkına varabildiğimiz tek gerçek olmuştur. Ve o an, dönüp kendinize "Çok yalnızım be" dersiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder